Zogi, çocuk hikayeciliğine “başka bir gözle” bakanların
popüler kitaplarından. Zogiyi biz de
seviyoruz. Belki bunun en önemli nedeni, kitabın klişelerle uğraşması,
toplumsal rollere eleştirel yaklaşarak bir çocuk mizahı üretmesi. Öyle ki
hikayenin ana kahramanları olan Zogi, Prenses ve Şövalye Prens, öykünün
sonunda, birbirlerini ayartıp kendilerine biçilen rollerden istifa ederek eski
dünyalarını terk ederler.
Dedik ya, kitabı biz de seviyoruz fakat, kitabın yetişkinler/ebeveynler arasında daha popüler olduğu da başka bir gerçek.
Çünkü, hikaye, doğru; yetişkin
halimizle bakınca, çok hoş, eğlenceli, zekice… Ne var ki, bu öyküden, eleştirel
ve mizahi bir kitap olarak keyif alabilmek için, evvela, klasik ejderha/prens/prenses denklemini biliyor olmak gerek. Kitapta bu klişeye gönderme yapan herhangi bir bölüm, anlatı vb. yok. O yüzden erken çocukluk çağındaki çocukların, bu kitabı okuyan biz yetişkinler gibi muzip
muzip gülerek keyif almaları zor. Kitabı okurken –en azından 3-5 yaşları arasındaki
dinleyicilere- bu klişe denkleme ilişkin dipnotlar vererek anlatmak gerekebiliyor.
Kitapta, okul denen yere sempati duymamızı sağlayan hoş bir anaokulu
tasviri var. Orman içinde bir okul ve öğrencilere basit yönergeler vererek motive
eden, onları kendi haline bırakan, kendi kendine öğrenmelerine fırsat veren (artık gördünüz nasıl uçar bir ejder;
çalışın bakalım kendi başınıza. Gün gelecek kocaman olacaksınız, herkes hayran
kalacak bu usta uçuculara) bir
öğretmen, koştura koştura değil, sabırla bir yıl boyunca tek bir hedefi öğrenmeye
çalışan minik ejderler var.
Kitap, bir bütün olarak toplumsal klişelerle dalga geçiyor
ve yaratıcı bir eleştiri getiriyor. Ne var ki, bunu yaparken zaman zaman
kendisi de başka toplumsal klişelerle haşır neşir olmaktan kurtulamıyor.
Henüz ilk cümlede “evvel
zaman içinde, Bayan Erderha’nın bir anaokulu varmış…” diye başlıyor Zogi. İşin
aslı, kitapta, ana kahramanımız Zogi dahil, anaokulunda öğrenci olan çeşit çeşit renklerdeki altı
çocuğun hiçbirinin cinsiyetini bilmiyoruz. Ne güzel ki, buna ihtiyaç duyulmamış.
Fakat, anaokulu öğretmeninin bir kadın olduğu daha ilk cümleden altı çizilerek
belirtilmiş.
Böylece, anaokulu öğretmenliği rollerinin annelik rolleri
ile çarpık şekilde ilişkilendirilmesi hasebiyle, anaokulu
öğretmenliğinin bir kadın mesleği olduğu yönündeki cinsiyetçi kabulun Zogi’de daha ilk cümleden karşılık bulduğunu görüyoruz.
öğretmenliğinin bir kadın mesleği olduğu yönündeki cinsiyetçi kabulun Zogi’de daha ilk cümleden karşılık bulduğunu görüyoruz.
Ve daha henüz üçüncü cümlede, dikkatimizi kitabın ilerleyen bölümlerinde
izini takip edeceğimiz kahramana çevirmemiz amacıyla, “yavruların en irisiymiş Zogi, hem de en zekisi…” diyerek devam
ediyor kitap. Böylece, Zogi, diğer minik
ejderlerden sıyrılarak objektifimize girmiş oluyor. Bir kahramana sempati
geliştirerek ilgi duymamızı sağlamak için, onun arkadaşları arasında en zeki ejder
olduğu bilgisini kullanmak, hayatta ve özellikle eğitim dünyasında bir türlü
yakamızı sıyıramadığımız “zeki olmak”
nosyonunu yeniden ürettiği için bana göre talihsizce.
Bununla birlikte,
resimlemelere bakınca, Zogi’nin akranları arasında, gerçekten en iri ejder olduğu
rahatlıkla seçilebildiğinden, iri olmak onun için isabetli bir betimleme. Gel gör ki, zekiliğine ilişkin bir detayla karşılaşmıyoruz. Yani, bir aklı evvel çocuk
çıkıp, "neden bu ejderlerin en zekisi Zogi’ymiş" diye sorduğunda, sağa sola bakınmaktan başka
şansımız yok.:)
Özellikle bir erken çocukluk eğitim kitabında zeka kavramı
ile uğraşmak sorunlu. Ölçülebilir olmaması ve soyut olması bir yana, “zeki ve güzel olmak” toplumun en
sıkıntılı hedeflerinden olması nedeniyle de öyle… Okuyucuyu Zogi’nin hikayesine davet etmek,
bundan sonraki sayfalarda, onun öyküsünü takip edeceğimiz mesajını vermek için “onun en zeki ejder olduğu” bilgisine
ihtiyacımız yoktu açıkçası.
Bir diğer klişe altın yıldız meselesi… Anaokullarında bir
başarı pekiştireci olarak kırmızı kurdela, stiker, yıldız vb. çok kullanılır. Ne
var ki, bu pekiştireçler hesapsız kullanıldığında çocuklarda takıntıya dönüşme
ihtimali var ki, Zogi de buraya fena takılmış görünüyor. Prenses kaçırmayı
başaramadığında dert ettiği şey altın yıldız alamayacak olmak.
Çocukları,
gösterdikleri bir beceri, üstesinden geldikleri bir hedef için bir sembolle
ödüllendirmek yerine, başardıkları şey
ne ise o şeyden keyif almalarına yönelik pekiştireçlerin isabetli olduğunu
anlatan hikayelere ihtiyacımız var.
Aslında yıldız/kurdela vermek ilkel bir puantaj sistemidir.
Hayatımızda çok çeşitli biçimleriyle içinde sıkışıp kaldığımız puantaj
mekanizmalarının bu denli etkili olması, henüz çok küçük yaşlarda buna uyumlu
olmaya zorlanmamızdan ileri geliyor olabilir mi !
Hadi, yazarımız, burada daha yaratıcı olmayı tercih etmedi diyelim; altın yıldız nereden çıktı demek geliyor içimizden. Altın
ile değerlilik arasındaki ilişki toplumun başka bir sorunlu klişesi değil midir
? Orman içinde iki ağaç arasına çakılmış
bir tahtada ders yapan bir öğretmen en azından ağaç kabuğundan bir yıldız
hediye etse, ne bileyim, bambu kabuklarından kurdela falan yapsa daha şık olurdu kuşkusuz.
Öğretmenin çocuklara yönelik sözlü motivasyonları da sıkıntılı
duruyor… Eğer başarılı olurlarsa, “herkesin
onlara hayran olacağı”, “güçlü olacakları” “şampiyon olacakları” vaadleri
eleştirel bir gözden kaçabilecek şeyler değil.
Bu arada, Zogi dersine çalışırken, “kah süzülüyor, kah pike yapıyor…” Bu ifadeyi dinleyen üç yaşındaki
bir çocuk pike yapmanın ne anlama geldiğini soracaktır ve biz de onun dağarcığına yeni bir sözcük katmanın
keyfini alacağız. Bunun için de kitaba teşekkür edeceğiz. Ama “kah… kah…” dizimine ihtiyacımız var mıydı bilmiyorum
açıkçası.. Özgün dilindeki yazımı görmediğim için bunun bir çeviri sorunu olup
olmadığını da bilemiyoruz.
Yine, hikayenin sonuna yaklaşırken şövalyenin olay yerine
varıp “sadık kılıcını sallaması” ifadesi, meraklı
bakışlarla bu sözün izahını bekleyen bir çocuğa yanıt vermeye çalışacak olan her ebeveyni zorlayacak
türden.
Gelelim çizimlere… Açıkçası Zogi’deki çizimlerin hikayeden daha
güçlü olduğunu düşünüyorum. Tüm
sayfalar sevimli ve içeriğin eleştirel/mizahi yönünü açığa çıkaran ayrıntılarla dolu. Özellikle, Zogi’nin ağaca çakılması ile prenses kaçırmakta başarısız olduğu sahnelerin resimlemeleri çok keyifli...Çizer, karikatürlerde olduğu üzere özellikle yüz ifadelerine özel olarak önem vermiş. Küçük Kız’ın (her ne kadar pek küçük görünmese de) prenses olduğunu öğrenmemizden önce giydiği çeşit çeşit elbiseler de harika !
sayfalar sevimli ve içeriğin eleştirel/mizahi yönünü açığa çıkaran ayrıntılarla dolu. Özellikle, Zogi’nin ağaca çakılması ile prenses kaçırmakta başarısız olduğu sahnelerin resimlemeleri çok keyifli...Çizer, karikatürlerde olduğu üzere özellikle yüz ifadelerine özel olarak önem vermiş. Küçük Kız’ın (her ne kadar pek küçük görünmese de) prenses olduğunu öğrenmemizden önce giydiği çeşit çeşit elbiseler de harika !
Bununla birlikte, kitap yine bir deyimi dağarcığa kazandırmaya
çalışırken çizimin imdada yetişmesi gerekirdi diye düşünüyorum: “Gün gelecek kocaman olacaksınız, şenlik ateşleri dans edecek dilinizde”
Şehirde yaşayan 4-6 yaş aralığındaki kaç çocuğun yanan büyük
ateşlerdeki alevleri, dans eden dillere benzetme şansı olduğunu düşündüğümüzde,
bu sorunsalın, öğretmenin ağzından çıkan alevlerin dans edermiş gibi resmedilmesiyle çözülme şansı olabilirdi.
Bu eksiklik, çizimlerin gerçekten çok keyifli ve öyküye harikulade şekilde eşlik ettiği, dahası çoğu zaman, hikayenin resimlemelere eşlik ettiği gerçeğini değiştirmiyor tabi.
Bu eksiklik, çizimlerin gerçekten çok keyifli ve öyküye harikulade şekilde eşlik ettiği, dahası çoğu zaman, hikayenin resimlemelere eşlik ettiği gerçeğini değiştirmiyor tabi.
Diğer yandan, kitabın şiddeti de iyi yönettiğini
söyleyebiliriz. Zogi prenses kaçırmaya çalışırken ve prens kurtarmaya
geldiğinde gerek kullanılan dil, gerek resimlemeler yoluyla şiddet ustaca
mizahileştirilmiş.
Tercüme genel olarak güzel, melodikal bir akış var; her bir
bölüm bir şarkı gibi okunabilecek kadar uyaklı. Zogi’nin sık sık tekrarladığı “ay,
ne iyi fikir...” de sevimli bir tercüme inisiyatifi…
Kötü ejderha, güzel/savunmasız prenses, güçlü ve kurtarıcı prens diyalektiği hiç masum değil elbet. Bu diyalektikle işlenen bir çok hikaye,bize iyilik, kötülük, güzellik, cesaret, mutluluk, saflık, asalet gibi temel sosyal kavramları cinsiyet ve sınıf kodları üzerinden verdiler. O yüzden Zogi, bu kodlarla alay etmesi, bunu başka bir hayalin mümkün olduğunu tatlı tatlı işlemesi, bunları yaparken türlü absürdlükler ile güz gülümsetmesi nedeniyle çok hoş.
Zogi… Belki de çocukların absürd edebiyata ilk adımı… Onu
seviyoruz.
ZOGİ
Yazan: Julia Donaldson
Resimleyen: Axel Scheffler
Çeviren: Ali Berktay
Yayıncı İş Bankası Kültür Yayınları
Merhaba, İzmir'de yaşasam sanırım kızımı okulunuza vermek için epey uğraşırdım:) Öncelikle beğenilerimi sunar ancak bu blogda yazdığınız eleştirileri biz en iyisini biliriz havasında yazıyormuşsunuz gibi hissettiğimi de söyleyebilirim.Öncelikle bir yazar çocuk pegagogu havasında yazmak durumunda değil veya o kadar duyarlı olmayabilir. Takıldığınız noktalar genelde çeviriden dolayı.. Bizde ingilizcesi var ve diyor ki "Zog, the biggest dragon, was the keenest one by far. He tried his hardest every day to win a golden star." Zeki değil hevesli yani, çocuk sorsa hevesli mi nasıl diye işte her gün en iyisini yapmaya çalışıyor deriz, amacı altın yıldız kazanmak olsa da.. "Gün gelecek kocaman olacaksınız, şenlik ateşleri dans edecek dilinizde” ifadesine uyumlu çizim olmaması da normal çünkü çevirmen daha edebi çevirmiş o cümleyi:) ha yine pike yapmak ve kah .. kah.. ifadesi de çevirmenden gelmiş, orjinalde öyle bir yineleme yok. Sizin kadar ince eleyip sık dokumadım ama ben de bu kitabı seviyorum:) Kitabı yeni bir bakış açısı ile okumamı sağladığınız için teşekkürler.
YanıtlaSilMerhabalar, "eleştirinin eleştirisi" için teşekkürler. :) Peki, kitabın özgün dilinde, anaokulu öğretmeninin cinsiyeti belirtilmiş mi, merak ettik. Selamlar...
SilMerhaba:)
SilEvet Madam Dragon diye geçiyor öğretmenleri. Sadece çevirinin farklılaştığı kısımları belirtmiştim o nedenle o kısma değinmedim. Dünya genelinde sanıyorum okul öncesi bakım ve eğitim hizmetlerinden kadınlar sorumlu tutuluyor bu nedenle yazar da istemsiz olarak Madam demiş olabilir:)
Merhabalar, merak ettim ve you tube'da kitabin özgün dilindeki okumalari dinledim. Orada da "Madam Dragon" diye geciyor. https://www.youtube.com/watch?v=8bt-PaJntQ4
SilBizim de eğlenerek okuduğumuz bir kitaptir... "ay, ne iyi fikir" hep dilimdedir benim:)
Merhaba sorunuzu yanıtsız bıraktığımı şu anda fark ediyorum. Çok eminim halbuki ki Madam Dragon dan bahsettiğime. Bir aksilik oldu sanırım kusuruma bakmayın :( Dünya genelinde ufaklıkların bakım ve ilk eğitimlerinden kadınlar sorumlu tutuluyor sanırım.
YanıtlaSil